Ads 468x60px

30 Eylül 2014 Salı

Film Tavsiyesi - Timecrimes: Suç Zamanı


Zamanda Yolculuk filmlerini seviyorsanız, bu film kaçmaz...



Filmin Orjinal Adı:Los cronocrímenes
Imdb Puanı:7,2
Benim Puanım: 8,0

4 kişilik filmde, oyunculardan biri de filmin yönetmeni Nacho Vigalondo.

Film izlemesi oldukça keyifli. Yer yer gerilirken, yer yer de kahkayı basabiliyorsunuz. Aman siz siz olun, dikkatlice takip edin filmi, zira 2. kez izlemek zorunda kalabilirsiniz.

Filmin konusu:

Hector yeni evinin bahçesinde dürbünle ormanı incelerken, ormanın içinde soyunan bir kadın fark eder. Karısı yeni ev için alışverişe çıktığı sırada, Hector'da soyunan kadına doğru yol almaya başlar.


Kadını yerde çıplak, bilinçsiz bir şekilde uyurken bulur. Kadına uzaktan taş atıp uyandırmaya çalışırken yüzü bandajlı, ürkütücü bir adam Hector'a makasla saldırır ve kolunu yaralar.


Hector tabi panik...Koşarak uzaklaşırken ilginç bir karargaha sığınır ve karargahtaki adam bandajlı adamdan saklanması için onu bir makine içine saklar ki daha sonra bu makinenin bir Zaman makinesi olduğunu öğreniyoruz.

Hector zamanda 90 dakika geriye gider. Ama bilim adamı arkadaş der ki "Her şeyi birebir yaşaman gerekiyor. "En ufak değişiklik zamanda bir çok olayın değişmesine neden olur." (Bu kısım tıpkısı aynısı Geleceğe Dönüş mantığı)

Bir İspanyol filmi olan "Suç Zamanı" size öyle muhteşem görsel efektler falan sunmuyor. Ama gerçekten hoş bir 90 dakika vaat ediyor.

İzlemeye bekleriz efendim...

29 Eylül 2014 Pazartesi

Stromae - Papaoutai

Burak'ın keşfi bir şarkı daha.

Ben bayıldım, şarkı eğlenceli, klip renkli. Burak sayesinde dinleye dinleye Fransızca' mızı da iyice ilerlettik.



Amsterdam'ı Yaşa

Bir akşam çok yakın aile dostlarımızla oturmuş çay, pasta takılırken karar verdik. Haydi tatile çıkalım!
Sanki hemen gidecekmişiz gibi bir anda kendimizi heyecana kaptırdık ve bütün gece bu muhabbeti yaptık. “Nereye gidelim? Kaç gün kalalım? Turla mı gidelim?”...Tabi o akşam bu soruların hepsine cevap vermemiz imkansızdı. Ama rotaya karar verdik. Hollanda turu yapacaktık.
Daha sonra birçok gece, gece yarılarına kadar bol kahkahalı sohbetlerle birlikte tüm turumuzun planını en ince detayına kadar saat-saat çıkardık. Tatil bizim için bu gecelerde çoktan başlamış gibiydi.
Tatile Çıkmadan Önce Neler Yaptık?
Öncelikle Hollanda haritasını karşımıza aldık. Nerelere gidilir, neyle gidilir bir güzel araştırdık. Dördümüzünde zevklerini içerecek şekilde ziyaret planımızı oluşturduk. Ancak tatilimizi biraz daha uzatıp hazır Shengen’de olacakken bir ülke daha görelim dedik ve Hollanda’dan sonraki durağımızı: Belçika’yı seçtik. Belçika - Brugge, Gent güncemi ayrıca ekleyeceğim...
Hollanda’da gezeceğimiz yerleri belirledikten sonra otel ve ulaşım yollarını araştırmaya başladık. Uçak biletimiz Pegasus’un uç-uç günlerine denk getirdik ve oldukça uyguna geldi diyebilirim.
Otel için ise hummalı bir booking.com araştırması yaptık. Amsterdam’da Ibis otelleri çok yaygın. Biz de tercihimizi bu yönde yaptık. Açıkçası otel konusunda hiç pişman olmadık. Temiz bir otel, güler yüzlü personel, başarılı kahvaltı. Daha ne isteyelim.
İlk gün için seçtiğimiz otel Ibis Amsterdam Stopera: Merkeze  15-20 dk yürüyüş mesafesinde , tramvaya 5 dk’lık uzaklıktaydı.
Son akşam ise, uzaklık belki ertesi gün uçak telaşına neden olur, daha rahat gezelim diye Ibis Amsterdam Centre’yi tercih ettik. Merkezinde olan otel biraz daha pahalıydı ama kesinlikle verdiğiniz farka değecektir.
Hollanda’da ulaşım oldukça rahat ve bol seçenekli ama biz rahatımıza düşkün insanlar; gönlümüzce yollarda durup fotoğraf çekebilelim, istediğimiz yerde durup kalkabilelim istedik ve araç kiralama şirketlerini de araştırdık. Gerçi sonrasında bu işi Amsterdam’da hallettik.
Şiddetle tavsiye ediyorum. Belçika’ya da kiraladığımız araçla gittik. Ford Focus Station kiraladık. Araç çok bakımlı ve tertemizdi. Yollarda çok düzenliydi.  Araç kiralamak isterseniz merkezde tren istasyonun orda ya da hava alanında bir çok kiralama şirketi bulabilirsiniz.
Uçak tamam,  otel tamam,  vize işlemleri tamam. Artık yolculuğa hazırız.
İlk Durak Amsterdam:
Sabahın erken saatlerinde bindiğimiz uçak Schipol hava alanına inmeden önce, uçaktan dışarı baktığınızda muhteşem bir manzara sizi bekliyor.
Aslında hepsi insan eliyle açılmış muhteşem kanallar… Yeşilliklerin içinde minik minik evler…
Bu kanalların yapılma nedeni deniz suyunun şehrin içine dağıtılması ve bu şekilde su basmasını önlemekmiş. Ama her yıl belli bir oranda aşağı doğru kayıyormuş şehir.
Schipol: hem hava alanı, hem tren istasyonu hem alış-veriş merkezi aslında. Schipol hava alanında şehir merkezine trenle 15 dk’da ulaşabiliyorsunuz.
Merkeze vardıktan sonra hemen tren istasyonun karşında şehir içi otobüs, tramvay ve metroda kullanabileceğiniz bilet için GVB’nin satış noktasını görebilirsiniz.
Otele yerleşme faslından sonra hemen merkeze dönüp kanal turuna katıldık.
Kanal turunu ilk gün yapmanızı tavsiye ederim. Çünkü kanal turunda şehri kaba hatlarıyla gezmiş ve görmüş oluyorsunuz.
Kanal Turu içi tercihimiz ‘’Rederij Plas’’  şirketiydi. Biz memnun kaldık. Fiyat - performans olarak en başarılısı oydu.

Kanal üzerinde gezerken “Boat House” – Tekne evleri görüp özenmemek mümkün değil. Çok şirinler.
Bot Evler
Birçok genç tekne kiralayıp şaraplarını yudumlarken günün tadını çıkarıyordu. Hep derim suyun olduğu yerde huzur var arkadaş.


Bazı Kanallar Açılabiliyor
7 Kanal İç İçe
Evlerin hep yamuk yumuk olduğunu gördük. Bunun nedeni binaların eski yapı olmasından dolayı içlerinde asansör bulunmayışı ve evlerin çatılarına yakın yerlerdeki kancalarla eşya taşındığını öğrendik. Zamanla da evler yamulmuş gitmiş.
Kanal turumuzdan sonra yürüyüşe başladık.
Amsterdam o kadar küçük bir şehir ki, İstanbul’da 10 yıldır yaşıyorum hala bir çok yerini bilmiyorum, ama Amsterdam’da 1 hafta kalın, her yeri avucunuzun içi gibi bilirsiniz.
Amsterdam’da Yapmadan Olmaz Dediklerim:
aMutlaka Patates kızartmasını deneyin: Tavsiyem soğan ve özel köri soslu patates kızartması. Biz en çok “Vlaamse Frites” markasını beğendik.

aVondelPark’ta yürüyün: İsterseniz bisikletle de gezebilirsiniz. Ama yürüyüp fotoğraf çektirmek ve çimlere uzanmanın da tadı başka doğrusu. Burada muhteşem evler görebilirsiniz.


aDam meydanında sıcak çikolata eşliğinde dolaşmaca:  Amsterdam meydanlar şehri ise burası da en kral meydan diyebiliriz. Burada  Amsterdam Kraliyet Sarayı(Koninklijk Paleis), bal mumu heykeller müzesi Madam Tussaud , ve en büyük alışveriş merkezlerinden “DebijenKorf”  var. Bunların yanı sıra  animatörleri de sık sık gösteri yaparken görebilirsiniz bu meydanda. Sıcak çikolatacı da kraliyet sarayının hemen sağında kalıyor :)


Dam Meydanı
aÇiçek Pazarından Sarı lale, al sende: Mazhar Alanson buradan almış sevgilisine. Sen de al. Hatta acayip güzel magnetler var burada. Onlardan da al. Ben tercihimi ahşap ev şeklinde olanlardan yaptım. Çok da güzel oldu. Çiçek Pazarı Munt Plein yakınlarında.


Tahta Magnetler Şahane
aRembrandtplein’de bir drink al kendine: Burası çok turistik ve genelde barların ve kafelerin olduğu bir cadde. Meydanda yer alan heykellerle de samimi poz vermeden olmaz. Tüm japon turistlere siz de katılın :)



aBegijnhof’da huzuru bul: Burası bir küçük bölge aslında. Şehrin içinde ama şehrin gürültüsünden uzak eskiden rahibelerin yaşadığı evlerin bulunduğu bir site de diyebiliriz. Artık rahibe pek kalmadığı için yalnız yaşayan kadınlar kalıyormuş genelde burada. Ayrıca 34. No'lu eve de dikkat. Amsterdam’ın en eski eviymiş burası.

34 No'lu Ev
aRed Light District görülmeden dönülmez:  Dünyanın çivisi çıkmışsa, buradan çıkmıştır. Mekan nehir kıyısında kırmızı ışıkların altındaki vitrinlerde dans eden  hayat kadınlarıyla dolu. Bölge tamamen polis koruması altında ve 24 saat kameralarla izlenmekte Fotoğraf çekmek de kesinlikle yasak. Ve en ilginç yanı sadece dünyada tek olması değil, 7 den 70’e bir çok insan bölgeyi Pazar yeri gibi gezmektedir. Yalnız tavsiyem çok geç saatlerde gitmeyin. Ortam biraz tenhalaşıyor ve turistik olmaktan çıkıyor.
Red Lights District'te Şehrin En Dar Sokağı
aI amsterdam yazısıyla bir fotoğrafın olsun: Yazı iki yerde var. İlki Waterloo Plein civarında. Metroya çok yakın. Ama asıl turistik olan Rijksmuseum’un karşısında olan I amsterdam yazısı. Bir harf içine gireyim de fotoğrafım olsun diyorsan kalabalıktan sıyrılman gerek.


Rijksmuseum
WaterlooPlein
a Müze merakın varsa, 1 gününü müzeye ayır: Rijksmuseum, Van Gogh, Heineken, Anna Frank House, Madam Tussauds…Özellikle Museum Plein’de 1 gün çok rahat geçer. Biz tercihimizi müzesiz bir gezi olarak yaptık. Bu nedenle merakı olanlara tavsiye edebilirim sadece. Merakınız yoksa, boş verin şehri gezin:)

aLeidseplein  de bir yemek molası ver: Kaliteli restoran ve alışveriş merkezlerinin olduğu meydan burası. Hediyelik eşya alışverişinizi buradan yapabilirsiniz. Ama biraz pahalı kaçabilir.
 Adını Hatırlamadığım Restorandan Bir Kare

aDutch Dondurmasına doyama: Çiçek Pazarına çok yakın bir yerde ana cadde üzerinde keşfettiğimiz butik Dutch dondurmacısı. Seni unutmayacağız:)

aCoffee Shoplarda seçici ol: Amsterdam’da özellikle nehir tarafında bir çok coffee shop göreceksiniz. Bunlardan en ünlüsü ve bir çok şubesi olan ise “Bulldog”. Bu coffee shoplarda esrar ve esrarlı yiyecekler bulabiliyorsunuz. Ve tamamen legal. Ve  kafeye giriş yapabilmeniz için 18 yaşından büyük olmanız yeterli.

aAmstel nehrine karşı oturup gelen geçeni izle: Malum genç değiliz hiç birimiz. Bol bol nehir kenarlarındaki banklarda oturup atıştırdık.Hatta Türk usulü çekirdek bile çitlettik :) Ama bunun da ayrı bir keyfi var kesinlikle. Tekneyle geçen gençler, köprülerin ve evlerin nehre yansıyan muhteşem görüntüsü… Bırakın zaman aksın...



Bizim Amsterdam duraklarımız böyleydi. Ve gerçekten çok eğlendik. En önemli tavsiyem mutlaka bir arkadaş grubuyla gitmeniz Amsterdam’a. O kadar dolu dolu ve eğlenceli geçti ki… Üstelik zevklerimize göre yaptığımız programımız da bizi hiç yormadı ve şehirden çok keyif almamızı sağladı…
Amsterdam’dan sonraki Hollanda duraklarımız: Marken-Volendam, Zaanse Schans ve Keukenhof yazım da yakında yayında…






22 Eylül 2014 Pazartesi

Shakira - Dare (La La La)


Günün şarkısı: Burak'ın "Lego" diye her gün tutturduğu şarkı...

Burak'a yemek yedirme savaşı verdiğim bir gün Youtube' da gezinirken rastladık bu şarkıya.

O seçti, biz dinledik. Bir 6 ay da bu şarkıyla birlikte besleneceğiz artık :)


18 Eylül 2014 Perşembe

Oğlum 2 Yaşında

Çok klişe bir cümle olacak ama 2 yıl nasıl geçti gerçekten hiç bilmiyorum.

2 yıl önce hastanede ilk seni gördüğüm gün ile bugün arasındaki farka bakınca, artık karşımda bir bebek değil, küçük bir delikanlı görüyorum.

10,5 aylıkken ilk adımlarınla tanıştık. Şaşkınlık içinde cesaretine hayran kaldık. Küçücük adımlarla, dünyayı dolaşıyor gibiydin bizim için.


İlk kez 7 aylıkken ağzından baba, dede kelimeleri dökülmüştü. Şimdi ise cümleler kuruyorsun. Kızgınlığını, sevincini kelimeleri vurgulayarak dile getiriyorsun...Annecim demeyi de biliyorsun, kızınca "Deniiiz" diye de sesleniyorsun. Bütün konuşulanları anlayıp, cevap verebiliyorsun. Hatta biraz gevezesin bile diyebiliriz:)

Yeni yeni tuvalet alışkanlığı da kazandın. Hatta bazen peluş ayıcığı tuvalete bile götürüp, öğrendiğin şeyleri ona da uyguluyorsun ki bu esnada seni izlemek çok keyifli oluyor.

İlk günkü gibi hala biraz huysuz ve haylazsın. Ama çok mutlu bir çocuksun. Gözlerinin içi bile kahkaha atıyor sanki. Neşen, herkesin neşesi oluveriyor.

2 yaşındasın kuzum. Artık bir karakterin var, yeteneklerin var, hobilerin var.

Top oynamayı, arabalarınla vakit geçirmeyi, zıplamayı, resim yapmayı, fırçalarla yerleri silmeyi, keman çalışıyormuş gibi yapmayı çok seviyorsun :).

Müzik en büyük tutkun. Dans etmek, şarkı söylemek seni en huysuz zamanlarda bile sakinleştirebilir.
Bu aralar favorilerin;

Notre Dame De Paris - Bell
Notre Dame De Paris - Torn Apart
Shakira - Lego
Alexander Rybak - Europe's skies

2 yaşındasın ama hala sana yemek yedirmek çok zor. Hala iştahsızsın ve bu nedenle kendi başına çatal, kaşık kullanamıyorsun. (Makarna yerken hariç. Onu seviyorsun tabi...)

Aydede'yi çok seviyorsun. Akşamları aydedeye bakıp, şarkılar söylüyorsun. Göremediğin gecelerde "aydede nereye gitmiş? Neden saklanmış? Aydede ce-e yapsın..." diyerek pencerenin önünde karanlık gökyüzünü izliyorsun.

Havuz ve denizle bu sene tanıştın, ama yüzmek yerine, büyük çocukların yaptığı gibi havuza atlamak istiyorsun hep. Yüzmeye başladığımızda,"atlayacağım ben" diye zorla kıyıya götürüyorsun bizi. Denizle ilk tanışman da Kıbrıs'da oldu. Masmavi denizde tedirgin tedirgin simidinde otururken, uyuyakaldın:)


Sana baktığımda beni en çok mutlu eden, küçücük bedenindeki kocaman kalbi görebiliyor olmam. Ağlayan birini gördüğünde bundan etkilenmen, peluş ayınla bile yemeğini ve suyunu paylaşman, sana karşı iyi olan kimseyi unutmaman ve sevgini de onlara göstermen... En önemlisi sana bakan, büyüten anneannene karşı vefalı olman...İşte tüm bunlar, beni gelecek için umutlandıran şeyler.



Minik kuzu; 2. yaş gününde sevdiklerinle senin için çok güzel süprizler hazırladık. İlerde nasıl bir gündü o gün birlikte hatırlayalım diye yazıyorum şimdi.

Doğum gününden bir gece önce, sevgili baban ve halan önce bana bir süpriz yaptılar. Akşam ellerinde profiterol ve mumlarla birlikte "İyi ki doğurdun" kutlaması düzenlemişler.
O kadar tatlıydılar ki. Sen içeride mışıl mışıl uyurken, benim anneliğimin ilk günü kutlanmış oldu.

Ertesi gün baban iş yerime mis gibi kokan çiçekler gönderdi. Ve de bir not...



Doğum gününün akşamı sana hediye almak için iş çıkışı  alışveriş merkezine gittim. Bir çok oyuncakçıya girdim ama ne seni çok mutlu eder bir türlü karar veremedim.

En son ECL - "Early Learning Centre" oyuncaklarını satan bir mağaza girdim ve işte dedim. Bu Burak'ı çok mutlu eder. Çocuklar için temizlik seti. Süpürge, faraş falan. 


Bu aralar hobin temizlik yaparken bize eşlik etmek olduğu için görür görmez başka hiç bir hediyeye bakmadın zaten. Üstelik bir de piyano almıştım sana :). 


Baban da sana bir tamir seti aldı. Ama hediyeyi iş yerinde unuttuğu için onu henüz görmedin. 


Pasta tercihini bu aralar arabalarla vakit geçirmeyi çok sevdiğin için Pelit'ten Schumacher arabalı pasta olarak tercih ettik. Görünce büyük araba, oynıcam diye tutturdun :)



Anneannen ve deden de sana bu yaşın için mini cooper akülü araba almayı tercih etmişler.Henüz sadece içinde oturup, sürüyormuş gibi yapıyorsun. Çalıştırınca biraz korkuyorsun. Ama bir sonraki yaza, bahçede arabanla arkadaşlarını gezdireceğinden hiç şüphem yok:)


Hediye alışverişini tamamlayıp eve geldiğimde, çok neşeli ve zıpırdın. Sürekli koşturmaca halindeydin. Baban; anneannenin evini süslemeye koyuldu. Biz de aşağıda halanla birlikte seni oyaladık.

Daha sonra süslemeler tamamlanıp, sevgili akrabalarımız da gelince biz seni yukarı anneannenin evine çıkardık ve sen çılgına döndün. Balonlar, pastalar, hediyeler...Anneannen bu akşam için bir sürü şey hazırlamıştı. Herşey çok güzeldi.



Gerçekten bizim içinde, senin içinde sıcacık bir akşam oldu. Hele süpürge takımını görünce hemen tabaklardaki yiyecekleri yere atıp süpürmeye koyulman çok komikti.

Pasta mumunu da 30 kere yakmışızdır. Üfleyerek söndürmeye doyamadın :)

Dilerim her günün böyle heraketli, mutlu ve seni seven insanlarla birlikte geçer.

İyi ki doğdun minik oğlum; Burko, ben de iyi ki senin annen oldum..


15 Eylül 2014 Pazartesi

Apple Crumble – Elmalı Kırıntı Turta Tarifi

Beklenmedik misafiriniz mi var? Ya da akşam vakti canınız tatlı mı çekti? Sizin ihtiyacınız olan şey pratik bir tatlı tarifi...

İşte karşınızda "Apple Crumble"... Hem yapımı kolay, hem lezzeti olay...

İşte tarifimiz:

Malzemeler:
  • 3-4 adet orta boy elma (kırmızı tercih ediyorum ben)
  • 1/2 Tatlı Kaşığı tarçın
  • 1 Çay bardağı şeker
Hamur İçin
  • 75 gr margarin ya da tereyağ
  • 1 su bardağı un
  • Yarım su bardağı şeker
Hazırlanışı:

Önce elmaları küp küp doğruyoruz ve bir tencere içinde tarçın ve şekerle iyice harmanlıyoruz. 

Bir tarafta da un, tereyağ ve şekeri rondodan geçiriyoruz.Burada püf noktası rondoyu uzun süre kullanmamak. Tanelerin boyutu leblebi büyüklüğünde olsun ki kızarınca çıtır olabilsin. Bir diğer önemli noktada tereyağının soğuk olması, yumuşamış olursa, üstü hamur gibi olur ki çıtırlık kalmaz. O yüzden önceden bir saatlik buzluktada tutabilirsiniz tereyağını.

Rondo yoksa  elle de bu malzemeleri karıştırabilirsiniz.

Bir borcama önce elmaları dizip, daha sonra üstüne hamur kırıntılarını serpebilirsiniz, ben borcam yerine güveç kap kullandım, görüntü olarak daha hoşuma gitti.

Önceden ısıtılmış fırında 200 derecede hamurun üstü kızarıncaya kadar (yaklaşık 40 dk.) pişirin.

Dilerseniz benzer işlemleri farklı meyvelerde de yapabilirsiniz. Vişne ve şeftalinin de çok güzel olduğunu duydum :)

Afiyet olsun.


10 Eylül 2014 Çarşamba

Kitap Tavsiyesi - Cesur Yeni Dünya

Aldous Huxley romanı Cesur Yeni Dünya 1931'de kaleme alınmış bir bilim kurgu kitabıdır.
1931 yılında yazılan gelecek ile ilgili bir kitap... Ne kadar yaratıcı olabilir diye düşündüm kitaba başlamadan.



Kitap bittiğinde ağzım açık bakakaldım. Hayal gücümün sınırlarının zorlandığını hissettim. Kimilerine göre ütopya, kimilerine göre distopya anlatılıyor kitapta.

Bir dünya düşünün, duygu yok, suç yok, para yok, soma denilen uyuşturucu bir madde var ve düzenli kullanımı şart, tabular yok, hastalık yok, uygarlık üst seviyede...


Bu durum bir ütopya mı distopya mı kitabı okuduktan sonra tercih size kalmış.

Bana göre ise özellikle son zamanlarda "Bu dünyanın çamurunda boğulup özgürmüş gibi olacağıma, cesur yeni dünyada epsilon olayım daha iyi..." diye düşündürten kitap.


Kitaptaki karakterlerin her biri aslında birilerinden etkilenilerek adlandırılmış.Bununla ilgili vikipedia da yer alan eşleştirmeyi aşağıda bulabilirsiniz.  Özellikle 9 numaraya iyi bakın ki beni çok şaşırtmıştır.

En sağlam Alıntılar:

"Ben keyif aramıyorum. Tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum."
"Aslında," dedi Mustafa Mond, "siz mutsuz olma hakkı istiyorsunuz."
"Öyle olsun," dedi Vahşi meydan okurcasına, "mutsuz olma hakkını istiyorum."
"Eklemek gerekirse, ihtiyarlama, çirkinleşme ve iktidarsız kalma hakkını da istiyorsunuz; frengi ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, sefil olma hakkını, sürekli yarın ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını, tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz."
Uzun bir sessizlik oldu.
Sonunda Vahşi, "Hepsini istiyorum," dedi.
Mustafa Mond omuzlarını silkti. "Hepsi sizin olsun," dedi.


"Tanrı kasada, Ford Raflarda"

"Mutluluk ve erdemin sırrı; yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek."

Karakterlerin İsim Kökenleri
  1. Bernard Marx, George Bernard Shaw ve Karl Marx
  2. Lenina Crowne, Vladimir Lenin
  3. Fanny Crowne, Fanny Kaplan, Lenin'i öldürmek için başarısız bir suikast girişimi düzenleyen kişi.
  4. Polly Trotsky, Lev Troçki
  5. Benito Hoover, Benito Mussolini, Herbert Hoover
  6. Helmholtz Watson, Hermann von Helmholtz, John B. Watson
  7. Darwin Bonaparte, Napoleon Bonaparte, Charles Darwin
  8. Herbert Bakunin, Herbert Spencer, Mikhail Bakunin
  9. Mustapha Mond, Mustafa Kemal Atatürk, Sir Alfred Mond
  10. Primo Mellon, Miguel Primo de Rivera, Andrew Mellon
  11. Sarojini Engels, Friedrich Engels, Sarojini Naidu
  12. Fifi Bradlaugh, Charles Bradlaugh
  13. Joanna Diesel, Rudolf Diesel
  14. Jean-Jacques Habibullah, Jean-Jacques Rousseau, Habibullah Khan

Karakterler:
Bernard-Marx: Alfa-Artı psikoloğu. Uygarlığın önceden belirlenmiş rollerine seve seve razı olmaları için yetiştirilmiş ve şartlandırılmış modern insanları arasında duygu kavramının farkında olan istisnalardandır. Fakat Marx Londra Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde mutsuzdur. Çünkü fiziksel olarak diğer Alfa-Artılardan farklıdır (neredeyse bir Delta kadar kısadır), bu nedenle de dışlanmaktadır. Hatta yapay kanına fazla alkol konulduğundan bu hale geldiği iddia edilmektedir. Yalnızlık için duyduğu özlem, zorunlu cinsel özgürlüğün bitmek bilmeyen hazlarından duyduğu hoşnutsuzluk, Bernard'ın kaçma duygusunu güçlendirir. Bu yüzden eski, ilkel yaşama biçiminin hala sürdürüldüğü az sayıdaki vahşi ayrı bölgelerinden birine (New Mexico) yapacağı ziyaret derdine çare olmasa da dönerken beraberinde Londra’ya getirdiği ‘Vahşi', teknik uygarlığı farklı bir gözle değerlendirir, onlara neleri kaybettirdiklerini hatırlatır.
John the Savage (Vahşi): Linde ve Thomas’ın oğludur. Yeni Dünya'lı olan Linda, bir gezide New Mexico'da unutluş ve John'a kazara hamile kalmıştır. Vahşi, bulup okuyabildiği tek kitap olan Shakespeare derlemesiyle yaşamını biçimlendirmekte, Dünya'ya ozanca bir algılamayla bakıp, adeta bir sirk maymunu yapılması niyetiyle getirildiği Yeni Dünya’daki saçmalıklara soneler ve oyunlarla karşı durmaya çalışmaktadır. Ama Eski Dünya’da “yabancı veya ten rengi farklı” olduğu için dışlanan, Yeni Dünya’da ise yaşam alanı bulamayan Vahşi'nin dünyası bu ağırlığı taşıyamaz.
Henry Foster: Hatchery’nin yöneticisi ve Lenina’nın partneri.
Lenina Crowne: Beta-Artı Embriyo çalışanı, sarışın ve etine dolgun, John’ın sevdiği kız.
Mustapha Mond: Batı Avrupa Dünya Denetçisi. Diğer insanların mutluluğu uğruna çok sevdiği gerçek bilimden vazgeçmiş insan.
Fanny Crowne: Beta Embriyo çalışanı, Lenina’nın arkadaşı.
Benito Hoover: Lenina’nın Alfa-Artı arkadaşıdır. Bernard’dan hiç hoşlanmaz.
Helmholtz Watson: Alfa-Artı insanı. Duygusal Mühendislik Koleji'nde doçent, Bernard-Marx ve John'ın (Vahşi) güvenip, sırlarını paylaştıkları insan. Bernard gibi o da üretim hatasıdır. Hissetmesi veya cinsellikten kendini soyutlaması antisosyal ve hoşgörülemez aykırı davranışlardır.
Linda: John'un annesidir. Ayrı bölgede mahsur kalmadan önce Londra'da Beta-Eksi bir embriyo işçisidir... Uygar dünyada normal olan davranışları (istediğiyle cinsel ilişkiye girmek vs. - Çünkü "Herkes herkese aittir") nedeniyle vahşi ayrı bölgesinde dışlanmıştır.
Yaşlı Mitsima: John’a Indian’ı ve kilden çömlek yapmayı öğreten kişi.
Popé: Linda'nın ayrı bölgedeki sevgilisi.
Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi: Seri insan üretimi ve eğitiminin yapıldığı merkez. Bokanovski yöntemiyle tek yumurtadan yüze yakın ikiz embriyo oluşturulmakta, bu yüzden dünya nüfusu 2 milyardan fazla olmasına rağmen 10.000 soyadını paylaşmaktadır. Bu merkezde sosyal sınıfları ve görevleri önceden belirlenmiş, neredeyse her türlü hastalığa (yaşlanmaya bile) karşı bağışık insanlar üretilir. Zihinsel hiyerarşik bir sosyal kast sistemi vardır. İnsanlar, Alfa-Artı entellektüellerden Epsilon-Eksi yarı moronlara kadar sıralanır. Yine aynı merkezde Pavlov tarzı şartlandırmayla herkes kasttaki yerini, ait olduğu sınıfı ve yapmak zorunda olduğu işi sevmeye, bireyselliğe değil topluma önem vermeye ve sürekli tüketmeye şartlandırılır. Cesur Yeni Dünya'nın mutlu ve istikrarlı insanları oluşturulur

Dip Not: Kitabın 1998 yılında "Brave New World" olarak filmi de çevrilmiştir. Ama şöyle bir baktım da hiç olmamış. İzlemeyin derim. Hele ki kitabı okumadan asla izlemeyin. Çünkü kurgu tamamen farklı yapılmış. Filmi izledikten sonra kitaptan soğursunuz...Evet o derece...

Man At Work - Land Down Under

Hafta içinde mesaide kalanlara gelsin o zaman...





9 Eylül 2014 Salı

Film Tavsiyesi - Sin City: A Dame To Kill For


Frank Miller ve Robert Rodriguez'in yönettiği çizgi roman Sin City'nin, ikinci filmi "A Dame To Kill For " 'u dün akşam itibariyle izleme fırsatını yakaladım.


Bana göre gerçekten çok başarılı olmasına rağmen, imdb puanı ilk filme göre oldukça aşağılarda kalmıştır. Bunun nedeni belki de ilk filmden bu yana aradan 9 yıl geçmiş olması olabilir.

Filmin 3 boyutlu olması da, bence çok güzel bir derinlik katmış.Bazı filmlerin 3 boyutlu izlenmesini gereksiz buluyorum, ama bu film 3 boyutlu olarak tercih edilmeli bence.

Filmdeki "Ava" (Eva Green) karakteri ne kadar baskın ve dikkat çekici olsa da, benim favori kadın karakterim Jessica Alba'nın oynadığı "Nancy" 'di. Özellikle dans sahneleri siyah beyaz bir film için çok renkliydi diyebilirim.


Ve tabi ki Marv...Umarım serinin 3. filmde de bol bol görürüz seni.


Siyah beyaz görüntülerdeki ara ara renklendirme numaralarının filme kazandırdığı estetik de gene fazlasıyla dikkat çekiyor. Bir bakmışsınız Ava'nın elbisesi sadece renklendirilmişken, bir başka sahnede gözleri ön plana çıkarılıyor. 

Alternatif bir dünya da yer alan Günah Şehri'nin 2. filmi, her ne kadar bir çok kişi tarafından eleştirilse de, film noir tarzının en güzel örneklerinden biri...Aşk, ihtiras, kadınlar, güç ve tabi ki bolca kan... 

İzlenmeli...



 

Bumerang

Bumerang - Yazarkafe