Ads 468x60px

25 Ekim 2013 Cuma

Burak ve Oyuncak Hikayesi

Hepimiz çocuk olduk ve hepimizin vazgeçemediği oyuncaklar olmuştur mutlaka. Mesela benim ne idüğü çok belli olmayan Cincan diye pelüş bir hayvanım vardı. Azıcık penguen azıcık kokarca karışımı bir şeydi işte. Ama nasıl severdim onu. Hep yanımda taşırdım.
Burak daha çok küçük bir oyuncağa bağlanmak için ama şimdiden torpil geçtiği bazı oyuncakları var.
Biraz bu oyuncaklarından ve ondaki gelişime nasıl katkı sağladıklarından bahsetmek istiyorum.

Boncuklu Helezon Oyuncak:
Bunu çok seviyoruz. Özellikle tatillerden dönüşte eve ilk girdiğimizde hemen bu oyuncağına koşuyor Burak. Boncukları ilk başta kendi etrafında döndürmeyi öğrendi. Daha sonra kucağımıza oturtup onunda elini tutarak boncukları nasıl karşı tarafa geçirmesi gerektiğini gösterdik. Şimdi tüm aşamalarını kendi başına yapabiliyor ve bundan çok zevk alıyor.

Ben bazen onun yaptığının tam tersini yapıyorum ve bakıyorum aynı şeyi bu sefer kendisi yapıyor. Taşıması biraz zor ağır olduğu için. Bazen eline alıp bir yere götürmek istiyor ama ağır geldiği için ağlamaya başlıyor. Belki biraz daha hafifi bulunabilirse hem bir yere gittiğiniz de yanınıza alması daha kolay olur hem de onun taşıması daha kolay olur.

Bu oyuncak motor yeteneklerini ve mantıksal düşünceyi geliştirmekte bire bir. 18 aydan büyük çocuklar için tavsiye ediliyor ama biz yaklaşık 10 aylıkken almıştık ve gayette güzel oynadı ve gelişimini destekledi.





Atlı Karınca:
Atımızı halamız aldı. O kadar çok seviyoruz ki onu. Altı tekerlikli olduğu için istediği yere kolayca taşıyabiliyor. Öncelikle üstüne binerken yardım ediyorduk. Artık kendisi çok rahat binip sallanabiliyor..Sallandıkça gülücüklerini dinlemekte bir harika.




Öğretici Piyano:
Bu piyanonun bir güzelliği de mikrofonu olması... Mikrofon sesi hafif yükselttiği için Burak'ın hoşuna gidiyor bol bol şarkı söylüyor bize. Daha çok uuu uuu dan öteye geçmiyor ama duymak çok güzel.. Oyunun faydası ne derseniz ben şimdiden öz güven aşılıyor diyebilirim :)



Oyuncak Arabalar: 
Kamyondur jiptir erkek çocukların olmazsa olmazı. Çok ilgisi olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama neden - sonuç ilişkisini bu oyuncaklarla pekiştirdi oğlum diyebilirim. Arabayı yerde sürerek brnn brnnn sesleri çıkarıyor. Televizyon ünitesinde sürmeyi ittirip yere düşürmeyi seviyoruz en çok. Yine motor gelişimi için destekleyici diyebiliriz.



Çiftlik Ev:
Haydi çiftlik hayvanlarını sayalım.Müzikli, öğretici renkli bir oyuncak. 4 aylıkken almıştık bunu. O zaman horoz sesinde baya ağlıyordu Burak. Horozları sevmediğini keşfettiği oyuncak :) Şimdi arası daya iyi... Müzikleri dinlemeyi ve tuşlara basmayı seviyor.Ama oyuncağın asıl amacını gerçekleştirmesi için Burak hala yeterince büyük değil. Belki 2 yaşına doğru daha da kaynaşırlar...



Toplar: İlk başta yuvarlak olan her şeye tedirgin yaklaşan Burak, 1 yaşından sonra topları da çok sevmeye başladı. Genelde topu fırlatıp "Attımmm"  diyerek topun peşinden koşmayı seviyor. Ayağıyla da yavaş yavaş topu sürmeye başladı. Babası sağolsun. Futbolcu yetiştirmeye çok meraklı :). Ayrıca top kelimesi söylemesi  ve anlaması kolay bir kelime olduğu için de top başka bir odada da olsa “Topu getir oğlum” dediğimizde alıp getiriyor.

Müzikli Hela: 
Bunu daha yeni Fisher Price'dan aldık. Tuvalet eğitimine yavaştan alıştırabiliriz dedik. Çok şık bir tasarımı var. Hani ben bile özeniyorum. Sensörleri sayesinde tuvaletini yapınca müzik çalıyor. Burak amacının ne olduğunu yeni yeni anlamaya başladı sanırım. Kapağını kaldırıp Eeh- Eeh diyor. Yakın zamanda bu konuya daha sık eğilmeyi düşünüyorum. 



Ve son olarak tüm evdeki oyuncaklara rağmen favorimiz olan Kumanda'ya geçiyorum. Hiç bir şeyin yerini tutmuyor Kumanda. Bize getirip "Aç" diyor ya da bazen kendisi açıp "Açtım" diyor. Koltuğa tırmanıp dedesini yanına çağırıyor. Beraber çizgi film izliyorlar.
Burak kucağınızda, elinde kumanda birlikte 5 dk da olsa TV izleme keyfi... Nefes alış-verişlerini dinlemek..



İşte bu artık benim Cincan'dan sonra vazgeçemeyeceğim en büyük zevkim oldu...

24 Ekim 2013 Perşembe

Film Tavsiyesi - Saksı olmanın faydaları

Çok övgü almış olabilir. Ama ben çok mu beğendim? Hayır… Bir kere kendimden ya da çevremden pek bir şey bulamadım filmde. Ağır işleyen ve sonu pek bir şeye bağlanmayan bir konusu var.

Yine de filmin müzikleri ve bazı cümleler çok çarpıcı. Sırf bunun için bile izlenebilir aslında.IMDB puanı da göz ardı edilemezdi:8.00



Ama açıkçası 1 seneye kalmaz bu filmi izlediğime dair hiçbir iz kalmaz bende.

Charlie sorunlu bir genç. Sorunlarının kaynağı filmin sonuna doğru yüzeysel bir şekilde hızlıca anlatılıyor. Ama filmin başında yalnız ve içine kapanık bir karakter görüyoruz. Lisede tanıştığı iki arkadaşıyla birlikte yavaş yavaş açılmaya başlıyor. Bunlardan biri de Emma Watson. Ne güzel hatundur o öyle… Maşallah Allah sahibine bağışlasın :)

Film boyunca bahsedilen “The Tunnel Song” var. Hani böyle arabadayken çok sevdiğiniz bir yerden geçtiğinizde radyoda güzel şarkı çalsın istersiniz ya. Bu da öyle bir şey. Tünelden geçerken bilmedikleri bir şarkı çalıyor ama çok beğeniyorlar. Film boyunca bu şarkıyı arıyorlar. Filmin sonunda da açıklanıyor. David Bowie’den Heroes’muş meğer. Cuk oturmuş bence.


Kaliteli müzik bir filmi size beğendirebiliyor ve hafızanızda iyi etki bırakabiliyor…

Mutlaka izleyin, aman es geçmeyin demeyeceğim ama bir şans verebilirsiniz. Özellikle içine kapanık biriyseniz, ”elbet bir gün birileri de benim kabuğumu kırmayı başarabilecektir” diyeceksiniz.

Film Tavsiyesi - Adalet Peşinde

Film izlemeye uzun zamandır vakit ayıramıyordum. Geçen gece uykum kaçtı, bir arkadaşın tavsiye ettiği filmi izlemeye karar verdim.
Filmin adı : Adalet Peşinde. (Law Abiding Citizen).  2009 filmi. Başrolde Gerard Butler var. Imdb puanı da 7.2


Adalet Peşinde Nasıl Bir Film?

Film, eşi ve çocuğu bir hırsızlık olayında vahşice öldürülen bir adamın adalet arayışını anlatıyor.

Olayda suçlu iki kişi var. Pasif olan idam cezasına çarptırılırken, cinayeti işleyen asıl kötü az bir cezayla hapisten çıkıyor. Adalete inancını kaybeden adam da kendi adaletini uygulamaya koyup bu işte parmağı olan tüm savcı, avukat tayfasını temizlemeye başlıyor.
Film ilk başta çok heyecanlı başlıyor. Aksiyonlu bir giriş ve gelişmeden sonra çok bayık bir sonla bitiyor.


Açıkçası beklentimi karşılamadı. Neden mi? Filmin sonunu izlerken bu böyle bitmemeliydi diyor insan. Çok hızlı gelişen olayların sonunda son kısım biraz aceleye getirilmiş gibi… Her şeyi önceden planlayan bir adam nasıl olur da bu tongaya düşer biraz anlamsız olmuş. Bu yüzden başlarındaki aksiyon sonlara doğru azalıyor ve benim gibi çok geç saatte izleyenler uyuklayabilir. Genelde Amerikan filmleri başta durağan sonlara doğru aksiyon dolu olur ama bu film için tam tersi geçerli.

Ama yine de aksiyon filmi seviyorsanız çıtır çerezle iyi gider bu film..

Kadıköy'de ve Açsanız

Kadıköy’e her gittiğimde benim için artık  klasikleşmiş bir yeme alışkanlığım var.
İlk önce Ekspres İnegöl’de köfte yerim. Daha sonra hemen yanındaki Baylan Pastanesi'nden Kupgriye.
İki mekanda tarihi. Kuruluş hikayeleri Baylan'nın 1920'lere Express İnegöl Köftenin 1940'lara dayanır.
Neyse tarihçesini çok uzatmak istemiyorum, önemli olan lezzet :)

Nedir peki bu mekanları cazip kılan?

Express İnegöl Köftecisi:
Ekmekler her daim çıtır çıtır tazecik
Köfteler ufak ama yemesi öyle güzel ki. Ufak olması bence daha lezzetli yapıyor köfteyi.
Patates kızartması öyle fast food restoranlarındaki gibi yağlı tuzlu değil. Daha çok annelerin yaptığının tadında.
Piyaz standart ama yumurta falan köftenin yanında iyi gidiyor.
Acı sos tamamen kendilerinin üretimi. Acı severler bu tadı kesin beğenir zannımca:)
Fiyat cep yakmaz. Bu lezzete fiyat-performans standardı çok iyi.
Sütlü kadayıfı da çok başarılı. Para sıkıntınız varsa Baylan'ı es geçip burada da kadayıfla mutlu olabilirsiniz. 
Servis çok hızlı.Nitekim ramazanda bile tıklım tıklım olmasına rağmen hiç beklemeden köftelere yumulabiliyorsunuz.


Gelelim köftelerden sonra tatlı ihtiyacımızı törpülemeye:

Baylan Pastahanesi:
Bu mekanı ilk Buket Uzuner'in mavi tuna kumral ada kitabında okumuştum. Ama o zamanlar küçüktüm ve İstanbul'da değildim. Unuttum gitti tabi. Çok sevdiğim avukat arkadaşım Elçin Hanım tekrar hatırlattı sağ olsun. İlk beraber gittik. İçerisi gerçekten  çok eski çay bahçelerini hatırlatıyor. Tarihi havası hiç bozulmamış. Tatlı yeme, otur orada kitap oku, yazı yaz. İlham veren bir yönü var çünkü. Ama oraya gidipte kupgriye yenmeden gitmek de yazık olur.


Kupgriye karamel ağırlıklı bir tatlı. İçinde krokan, karamelli dondurma, sade dondurma,fıstık tozu ve kedi dili bisküvisi var. Kimisine bayık gelebilir ama benim gibi tatlı sever bir bünyeye ilaç etkisi yaratmakta. Nasıl bir mutluluk onu yemek.Enerji patlaması yaşatır insanda.ve bu tatlıyı baylandan başka bir yerde bulamazsınız.

Bunları deneyin pişman olmazsınız. Benden demesi, sizden yemesi...

Şimdiden afiyet olsun hepinize :)

23 Ekim 2013 Çarşamba

Smoothie

Yaptığım en iyi yatırımlardan biri son aldığım mutfak aleti diyebilirim. 120 TL’ye internetten, Braun MX 2050 Buz kırıcılı smoothie blender aldım.

Görüntüsü çok şık ve diğerlerinden farklı olarak haznesi cam olduğu için sağlıklı da.




İlk denememizi muz+kuru kayısı+süt+bal+petibör bisküvi ile yaptık. Süper oldu. Gerçi Burak henüz karışık tatlara alışık olmadığı için pek beğendiğini söyleyemeyeceğim. Ama onun da zamanla alışacağına eminim.
Smoothie tariflerini denedikçe seyir defterimde paylaşırım. Şimdilik ısınma turlarındayız…

Bayram'da Kuzum ve Ailem

Hareketli, neşeli, dolu dolu bir Kurban Bayramını geride bıraktık. Bu bayramı oğlum ve eşimle Konya’da geçirdik.
Oğlumun babaannesi, dedesi, halaları ve kuzenleriyle birlikte kocaman bir aileydik. Oyunlar, eğlenceler ve lezzetli yemekler eksik olmadı :)
Uçakla gittik Konya’ya ve Burak bize büyümüş olduğunu ispatladı. Ramazan Bayramındaki zor yolculuğumuzun aksine bu bayram uçakta çok rahattık. Burak uyudu yol boyunca. Konya ‘ya vardığımızda Burak önce biraz tedirgin oldu ama hemen alıştı. Ramazan Bayramında tanıştığı balkondaki kediyi hatırladı ve direkt miyavlayarak balkona hamle yaptı.

Herkes çok özlemiş oğlumu. Önce bol bol hasret giderdik. Yeğenler gelince de başladı cümbüş. Eşimin  4 tane yeğeni var. Yaşları 3.5 ay, 12, 13 ve 15. Burak onlarla oyunlar oynadı ve tüm marifetlerini sergiledi. Kalabalıkta çocuklar çok hızlı gelişiyor gerçekten. 3 gün de bir sürü kelime ekledik haznemize… En güzeli de “Annneemm” demesiydi tabi ki :)
Küçük halamız Burak için çok güzel bir 13. Ay kutlama partisi hazırlamış. Önce salona giden yol tea-light mumlarla süslenmiş, sonra salon birçok Burak fotoğrafıyla ve balonlarla doldurulmuş ve üzerinde yine Burak’ın fotoğrafı olan kocaman enfes bir pasta hazırlatmış. Hepimiz afiyetle çaylarımızı içip pastamızı yedik neşeyle :)



Eşimle ben her türlü oyuna zafiyetimiz olduğundan Konya’ya gittiğimizde çocuklarla oynamak için oyun alırız. Bu bayram aldığımız oyunlarda mancala ve monopolydi.
Monopoly hemen hemen herkesin bildiği pullu zarlı emlak oyunu. 
Mancala ise eski bir Osmanlı zeka oyunu. Daha önce telefonumuzda oynamıştık ve çok beğenmiştik. Bu oyun artık seçmeli ders olarak öğrencilerin müfredatlarına da eklenmiş. Bence iyi bir seçim olmuş. Satranç gibi bu tarz oyunlarında çocuklara öğretilmesi ve unutulmaması güzel.
Oyun için gereken temel beceriler:

1- Kurnazlık
2- Uyanıklık
3- Önceden görme
4- Esneklik
5- Direnme
6- Sağgörü
7- Bellek



Mancala ile ilgili başka güzel ve ayrıntı bilgileri de burdan bulabilirsiniz:
Mancala iki kişilik bir oyun. Kalabalık olduğumuz için genelde Monopoly’e sardık. Burak uyuduktan sonra akşam saat 9 da oynamaya başlayıp gece yarılarına kadar  devam ettik. En kötüsünü de Konya’da kaldığımız son gece yaptık. Yine akşam 9 gibi başladık. Oyunda saat 12:30 gibi sadece eşim ve ben kaldık. İkimizin rövanşı sabah  4:30’a kadar sürdü. Çocuklarda bu süre içinde bizi izlediler heyecanla. Oyunu ne kadar  ben kazanmış olsam da (herkesin görüşü bu yönde) eşimle beraberlik konusunda anlaştık. Çünkü 2 saat sonra İstanbul uçağımıza yetişmemiz gerekiyordu :)
E tabi ertesi gün dağılmıştık uykusuzluktan. Burak cin gibi etrafımızda dolaşırken biz ayakta uyuduk tüm gün.
Bir bayramı daha böylece sonlandırdık. 9 günlük tatil, tatlı bir yorgunlukla bitmiş oldu.
Önümüzdeki bayramlara bakacağız artık :)

10 Ekim 2013 Perşembe

Sinemaya bir de Hindistan'dan bakın...

Hint Sineması… Herkes için kocaman bir ön yargı olduğuna eminim... Garip kıyafetler, yerli yersiz dans etmeler falan, hiç gerek yok  diyorsunuzdur belkide... 
Haydi, gelin bu ön yargıyı bugün bir kenara bırakalım.

Bilen bilir tam 3 ay Hindistan’da Mumbai’de yaşadım. 
Bir gün Hintli arkadaşlarla sinema üzerine konuşuyorduk. Hint filmleri şöyle güzel böyle güzel anlatmaya başladılar. E ben de Türk sinemasından bahsettim onlara. Ama şunu belirtmek isterim ki Türk filmleri için İngilizce alt yazı bulmak çok zor. Bu nedenle benim Türk sinemasını pazarlama çalışmalarım pek bir işe yaramadı. Tek bir film izletebildim. O da “Aşk Tesadüfleri sever”. Neyse ki Mehmet Günsur Hindistan platformundan 10 tam puanı almayı başardı:)
Ama onlar Hint filmlerini bana çok güzel pazarladılar. Öyle ki Hindistan’da olduğum süre boyunca sadece hint filmi izledim.

İlk izlediğim film Rab Ne Bana Di Jodi’ydi. Hint sinemasına giriş yapmak istiyorsanız siz de bu filmle güzel ve hafif bir başlangıç yapabilirsiniz... 

Gelelim filme…

Rab Ne Bana Di Jodi (A Match Made By God)-2008: Bu filmi sanırım 5 kere izledim. Çok mu muhteşem bir film? Hayır. Ama çok doğal, çok sıcak bir film. Yaklaşık 3 saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Öyle akıp gidiyor. Film başrol oyuncusu Hindistan’da kral olarak bilinen Shahrukh Khan. 80'den fazla filme imza atmış, yönetmenlikten senaristliğe her işe soyunmuştur. 


Konusuna gelince:

İçine kapanık, sessiz ve sakin Surinder, eski öğretmenin kızının düğününe katılır. Ve ilk görüşte öğretmeninin kızı olan hayat dolu Taani ye aşık olur. Kaderin işine bak ki bir şekilde Surinder,  Taani ile evlenir.
Bu evlilik Surinder'i çok mutlu etse de, Taani için içinde aşk olmayan, tatsız, tuzsuz formalite icabı bir şeydir.
Bir gün Taani dans etmeyi çok sevdiği için şehre yeni gelen dans okuluna yazılmaya karar verir. Ve Surinder'de kılık değiştirerek (ama ne değiştirmek) kursa yazılır.
Olaylar gelişir de gelişir… Bir insanın aşk için yapabileceklerini o kadar yalın ve masum bir dilde anlatıyor ki göz doldurmaması mümkün değil. 



Romantik komedi sevenler için kaçırılmayacak bir film. İzleyin, görün efendim.

En unutulmaz Replikler:

Ben asla seni herhangi bir şey için zorlamadım,
Bugün yapacağımı mı sanıyorsun... Ayrılmadan önce sana bir şey söylemem gerek...
Hayatta bazı ilişkileri biz yaparız ve bazıları da Tanrı tarafından yapılır.
Tanrı senin için Surinder'i seçti. Gerisi senin kararın...

Punjab Power, lighting up your life!




Ayrıca Filmin müzikleri de dansları da çok keyifli ve hiç bir şekilde sıkılmıyor insan.

Müzikler için:
https://rapidshare.com/files/1277950767/rab_ne_bana_di_jodi_ost.rar



01. Tujh Mein Rab Dikhta Hain - Roop Kumar Rathod

02. Haule Haule - Sukhwinder Singh
03 .Dance Pe Chance - Sunidhi Chauhan, Labh Janjua
04. Phir Milenge Chalte Chalte - Sonu Nigam
05. Tujh Mein Rab Dikhta Hai - Shreya Ghoshal
06. Dancing Jodi - Salim-Sulaiman


Hint sinemasının diğer filmleri için beni takipte kalın. 

7 Ekim 2013 Pazartesi

İmdat Saç Kesiyorlar!

Dün oğlumuzun 1 senelik hayatında bir ilki gerçekleştirdik. Berbere gidip saçımızı kestirdik. Bana kalsa uzunca bir süre geciktirecektim bu hadiseyi, kıyamayacaktım yumuşacık saçlara ama gözü kulağı kapanmıştı iyice. Gözlerini sık sık ovuşturduğundan, rahatsız oluyordur diye öne aldık berber programımızı.

Bayram Bal Kids Palladium’da sadece minik adam ve minik bayanların kuaförü olarak çalışıyor. İçerisi rengarenk, cıvıl cıvıl. Sanki bir oyuncakçı dükkana giriyormuşsunuz hissi uyandırıyor ilk başta. Oyuncaklar, televizyon derken Burak’ın da keyfi iyice yerine gelmiş oldu.

Pazar günü olduğu için sıra vardı. Biz de sırada beklerken oyuncaklarla vakit geçirdik. Burak’ı ortama alıştırmaya çalıştık.

Nihayet sıra bize geldi ve koltuğumuza oturduk. İlk önce çizgi film karakterli önlüğümüzü giydirdiler. Burak bu tarz şeylerden hiç hoşlanmaz. Mama önlüğü, şapka, kalın kıyafetler hep sıkıntı veriyor, anında kurtulma çalışmalarına başlıyor. Bu nedenle orda da önlüğü takarken baya zorlandık. 

Ve ilk makas darbesi atıldığı anda ilk çığlığımız da atıldı. O kadar huzursuz oldu ki…Dört taraftan Burak’ı tutmaya çalışanlar, oyun yapanlar seferber oldu. Saçını kestirmeye gelen 6 yaşlarında bir çocuk Ben-Ten’in maceralarını anlatmaya çalıştı. Başka bir anne oyuncaklarla sakinleştirmeye çalıştı. Eşim Burak’ı güldürmeye çalışırken berber de 8 şeklini girerek, oğlumun saçlarını kesmeye çalışıyordu. Bu tabloda benim görevim de curcunayı kameraya almaktı.


Burak kaçmak için kendini geriye attı, ileriye attı, ayağa kalktı… En son kaçamayınca hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bunca hareketliliğin sonucu saçı biraz yamuk oldu tabi. Ama yine de çok şirindi. En azından gözüne saç girme derdimiz kalmadı. Ayrıca saçı kesildikten sonra gözüme daha büyümüş geldi oğlum. Sanki koca adam olmuş o bebeklikten sıyrılmış gibiydi. 


Gelelim hizmet kalitesine. Bayram Bal Kids bize "Saç Kesim Sertifikası"nı verdi ve evimize döndük. Hatıra olarak sertifika gerçekten çok sevimli bir düşünce. Üzerinde oğlumun bir tutam bebek saçı da bulunuyor. Ama bundan sonraki saç kesimlerimizde Bayram Bal Kids’i tercih etmem.  Neden mi? Çünkü sadece çocuklar için yapılan kuaförde, çocukları sakinleştirmek için bir çok yol bilmeleri gerekir diye düşünüyorum. Onu da yapamıyorsalar, o zaman çocuk kuaförü olmanın mantığı ne ki? Burak rahat durmadığı için bazı yerleri yamuk kesildi. Düşününce ben de yapabilirim bunu diyorsun. Hatta biraz video izlesem ordan burdan, daha iyisini bile yapabilirim Burak’a çaktırmadan. Saç kesiminden sonra Burak çok ağladığı için ensesindeki saçları da biz temizledik. Bunları göz önünde bulundurunca fiyat olarak da oldukça tuzlu olmasını gereksiz bulduk. (35 TL).

Yine de güzel bir deneyimdi bizim için. İlk olması ve kesim sonrası saçlarının bir sertifikayla verilmiş olması Bayram Bal Kids’in tercih sebebi olabilir. Ama sonraki saç kesimlerinde doğru mahalle berberine :). Umudumuz daha az gözyaşları ile birlikte… 


4 Ekim 2013 Cuma

Breaking My Dark Passenger

Her güzel şeyin bir sonu var ne yazıkki. Bu senede iki güzel dizinin finallerini yaptık. Biri ailemizin seri katili dexter, diğeri de dizi tarihine altın harflerle adını yazdırmış, imdb’de gelmiş geçmiş en iyi 2. Dizi olarak listeye giren Breaking Bad.
Pazartesi sendromunu ortadan kaldırma gücüne sahip bu diziler bittiğine göre, artık doya doya yaşarım sendromumu.


7 senelik Dexter'ın en iyi sezonu tartışmasız 2009’daki  John Lithgow’lu 4.sezondu.  Zaten Lithgow’da aynı sene “Outstanding Guest Actor in a Drama Series” dalında Emmy ödülünü kazanmıştı.


Şimdi burada spoiler veripte izlemeyen arkadaşlardan küfür yemek istemem. Ama izleyin pişman olmazsanız. Sinematografik açıdan oldukça başarılı, senaryo ve  geçişler üzerinde iyi düşünülmüş. Ayrıca Dexter Morgan’ın iç sesi, Debra Morga’nın bozuk ağzı,Masuka’nın bel altı muhabbetleri dizinin tadı,tuzuydu. Final bölümüyle birlikte biz de veda ettik Dark Passenger’ımıza… Hoşçakal Dex, iyinin dostu, kötünün katili..



Gelelim Breaking Bad’e. Yok böyle bir şey... Her bölümünde vay anasını sayın seyirciler modundaydım. Bir sonraki pazartesiyi beklemek işkence gibiydi. Bırak sendromu falan pazartesi gelsin diye takvimlere çentik atmaya başlamıştım.


Orta halli, sıkıcı, herkesin okul hayatında karşılaşmış olduğu mıymıntı öğretmen tipi Walter White. Böyle gözlüğünden tut, tipinden, ses tonundan falan daha ilk görüşte bunun dersinde sağlam uyunur görüşü uyandırır insanda.


Akciğer kanseri olduğunu ve tedavi için hiçbir ümit olmadığını öğrenince işler değişir. Ölmeden önce ailesine geri de daha iyi bir hayat bırakmak için didinir de didinir :). Dizinin başında mıymıntı diye baktığımız adam birden ülkenin en büyük uyuşturucu tacircisi olur çıkar :). İşin komik yanı bacanakta narkotikte çalışmaktadır.

Dizinin senaristi Vince Galligan harika bir iş çıkarmış. Bundan sonra sıkı takipteyim. Tek bir diziyle ne yapsa izlenir statütüsüne ulaşmıştır kendisi benim için.
Ayrıca dizinin Türkçe çevrisini yapan her bölüm başında ‘yo iyi seyirler yo – taşkano’ girişiyle bizi gülümseten ancak son bölümde yo elvada yo – taşkano yazısıyla da bizi hüzünlendiren, taşkonaya da buradan teşekkürü borç bilirim.
Size de tavsiyem Amerikan dizilerini seviyorsanız her iki diziyi de izleyin, izletin efendim.


Saygılar yo!


3 Ekim 2013 Perşembe

Ahoy !

Ne zamandır aklımda olan, ama bir türlü başlayamadım bu işe de, ilk adımımı atıyorum nihayet..
Çok yakın bir dostum uyarmıştı beni baştan. Blog yazmak disiplin işi, sürekli takip ve özveri ister diye. Ne yalan söyleyeyim gözüm korktu daha başlamadan. Bu güne kadar erteledim. Ama korkunun ecele faydası yok.. Başlamak da yolun yarısına ulaşmak demek madem, hadi kolları sıvayalım o zaman.
Bu blogta YEMEK TARİFLERİ yok.  Ama olabilir de. Bu blogta MODA yok. Ama olabilir de. Bu blogta GEZİ REHBERİ yok. Ama olabilir de.
Yani aslında canım o an ne isterse, o var bu blog’da. En çok da oğlum var. Bir blog yapma hevesimi en çok ortaya çıkaran sebep, anılarımızı, yaşadıklarımızı ve yaşayacaklarımızı kayıt altında tutma ihtiyacı hissettiğim en büyük maceram oğlum.

Uzunca Ben:
Soğuk bir kış gecesinde (hep soğuk olur zaten) dünyaya geldim. Bundandır herhalde ki yazlardan çok kışları severim ben.
Soğuk bir dünyaya sıcakkanlı bir şekilde girişimi yaptım ve bu süreç içerisinde evlat oldum, mühendis oldum, eş oldum ve en önemlisi anne oldum.
Burak adında yaramaz, huysuz, zıpır ve çok sevimli oğlumla en zor ve en güzel yıllarımızı yaşıyoruz şimdi.
"Nerelisin" sorusuna hiçbir zaman cevap veremem. Bence insan sadece kendini ait hissettiği yerdendir. Ben Gölcük’e aitim. 99 yılında 15 yaşıma kadar yaşadığım yerde sadece evimi bıraktım geride...Geri kalan herşey hala benimle.
İstanbul'da çalışıyorum, yaşıyorum. Tüm nimetlerinden ve olumsuzluklarından bol bol yararlanıyorum bu şehrin. Bir gün tası tarağı toplayıp gitmek isterken, ertesi gün "başka İstanbul yok" derken buluyorum kendimi.. Hem çok seviyorum hem hiç sevmiyorum. İlişki durumumuz “karmaşık” anlayacağınız.
Seyahat etmeyi, seyahatlerde kitap okumayı, geceleri film/dizi izlemeyi çok severim. Ayrıca puzzle tutkunuyum. Gerçi Burak’tan sonra bu tutkuma ara verdim. Malum, binlerce küçük parça… İllaki biri yere düşer. Sen arasan bulamazsın ama Burak eliyle koyduğu gibi bulup yer falan... Biraz büyüsün bu tutkumu onunla paylaşmaya çok hevesleniyorum.
Şimdilik bu kadar "ben" yeter. Zaten yazılarımda daha çok "ben" bulacaksınız hatta belki "ben" olacaksınız... 

 

Bumerang

Bumerang - Yazarkafe